30 Aralık 2013 Pazartesi

Dünya her zaman böyle kötü müydü?

Muhtemelen eskiden de kötü insanlar, kötü olaylar vardı hayatta. Ya şimdi daha da arttı ya da anne olduktan sonra daha fazla farkeder oldum. Artık her gün yeni bir olay olmasını geçtik, saat saat değişiyor gündem. Ve ne yazık ki bu olumsuz haberler, çocuklarının geleceği için korkan, endişeli bir anne topluluğu doğuruyor.

Kadının hayatı anne olmadan önce ve sonra ikiye ayrılır derler, doğruymuş. Bu ayrımın sebebi sadece sosyal hayattaki kökten değişiklik değil, manevi değişiklikleri de kapsıyor. Artık daha az uyumak, kendine zaman ayıramamak, sürekli bir plan içinde olmak değil mesele; artık sürekli içini titreten bir hisse sahip olmakmış. Evladını korumak/kollamak, onun için en iyisini aramak/edinmek, en doğru şekilde davranmak/ yetiştirmek gibi. Bu sorumluluklar annenin kalbini yay gibi geriyor, en ufak bir pertürbasyonda patlamasına vesile oluyor. Bu yüzden hep derim; hiç bir insanın gücü, tehlike altındaki yavrusunu korumaya çalışan bir annenin gücüne erişemez.

Böyle bir bilinç düzeyi içinde olan anne, etrafta olan biten kötülükleri önceden hesaplamak, öngörmek ve daha ortaya çıkmadan bertaraf etmek konusunda da uzmanlaşır. Algılar sürekli açık olunca, çevrede ne kadar çok olumsuzluk olduğunu da ister istemez farkeder. Önceki halimi düşünüyorum da, asla bu kadar şeyi farketmiyordum ve farkettiklerimi ise içselleştirmiyordum, geçip gidiyordum. Şimdi ise hem farkeden hem de üst düzey empati ile o olumsuzluktan feci etkilenen bir insana dönüştüm.

Ne kadar pozitif olmaya çalışırsam çalışayım, bi rahat bırakmıyorlar insanı. Bu kadar çok olayın vuku bulduğu başka bir ülke yok vallahi. Bu ülke halkı ne zaman normal bir hayata kavuşacak merak ediyorum. Tabi bu kadar travmatik şeyler yaşadıktan sonra normale dönmek mümkün olur mu bilmiyorum bile.

Umarım yeni yılda bir şeyler değişir ve annelerin endişelerini azaltacak güzellikler yaşarız. Çocuklarımızın geleceğine dair korkusu olmadan, sağlıklı ve mutlu çocuklar yetiştirmek tüm annelerin tek dileği. Yeni yılda, bu dileğin gerçekleşmesini arzu ediyorum.

Sağlıklı mutlu nice senelere

27 Aralık 2013 Cuma

Her Anneye Lazım #4 Yemek Taşıyan Bir Kaynana

Bana söyledilerdi de kulak arkası ettim, bebek doğunca en zorlanacağın şey yemek olacak. Önceden buzluğunu pratik yemekler doldur, dolabına sipariş alan restoranları listele, eğer yardımcı almayı düşünüyorsan evi bebeği boşver yemek yapsın o kadın, sadece yemek, o yeter!

Buzluğa bir şeyler koydum ama öyle pek üstüne düşmedim. Amaaan nolcak, yenidoğan bebe hep uyuyor, şöyle en pratiğinden kolay bişeyler yapıveririm zaten elim çabuk, hem eşimin de mutfakla arası iyidir diye diye boşladım. Şimdi ilk zamanları düşününce en zorlandığım konunun yemek olduğunu hatırlıyorum. Gecenin 11'i olmuş biz hala akşam yemeği yememişiz.

Bir de işin şu yönü var, öyle abur cuburla geçiştirmek, öğlen yemedim akşam yerim demek olmuyor. Bebeği emziriyorsan mutlaka dengeli beslenmek lazımmış. Yediğin içtiğin her şey, sütün besin değerini etkiliyor, alelade beslenemezsin. Bir de sütün az ise eyvah eyvah! Sürekli süt yapan yiyecekleri yeme derdine düşüyorsun.

Yenidoğan bebekler hakikaten çok uyuyor ama acemilikten mi dersin, bebeğe doyamamaktan mı dersin bir türlü yanından ayrılamaz, uyurken seyretmeye doyup da mutfağın yolunu bulamaz oluyorsun. Biz karı koca bu tılsımın içine düşünce, karnımız guruldayana kadar yemek pişirmek aklımıza gelmezdi. Sonra da zar zor yerdik bişekilde. Tabi bu perişanlığımızın nedeni sadece bizim şapşallığımız değildi, ne yazık ki iki kap yemek getirecek hiç bir yakınımız yoktu.

Bu yüzden anası-kaynanası etrafında pervane lohusalara pek imrenirim. Gerçi onlar da başka dertlerden muzdaripler ama olsun, en azından biri yemek pişirir, biri ağzına düşürür :)

Çocuk büyümeye başlayınca bu sefer de her şeye yetişmek inkansız hale geldiğinden, yemek olayı zamansızlıktan bolca nasibini alıyor. Evde üç çeşit yemeğin birarada pişmesi artık bir hayal, karnına ekmek arası peynir zeytin giriyorsa haline şükrediyorsun. Valla bu süreçte eve yemek taşıyan bir kaynana nasıl makbule geçer nasıl. Ancaaak mümkünse yemeği evinde yapsın, gelip de bir de benim mutfağımı batırmasın. Hem yemeği evinde pişirse, bizim evde kalacağı daha kısa (!) süre içinde sadece bebeyle ilgilenebilir, anne de biraz kişisel ihtiyaçlarını giderebilir. Değil mi ama :)

18 Aralık 2013 Çarşamba

Evler Yeni Bir Canlı Türü ile İstila Altında

Bilim adamları, Legorus diye bilinen bu yeni türün özellikle bebekli evlerde göründüğünü ve önlenemez bir biçimde çoğaldıklarını bildirdiler. Bu açıdan özellikle evin annesi için çıldırtıcı bir etkiye sahip olduğu halde, Legoruslar, bebelere hiç zarar vermiyor. Bebeler ile aralarında telepatik bir bağ olduğu tahmin edilen bu canlılar, evdeki diğer herkesin, özellikle ayaklarına nişan alarak saldırırken, bebenin hiç bir yerine zarar vermeden, ayaklarının arasından bir akışkan gibi kayıp gitmektedir. Bu davranışlarına bakılarak kişileri ayırt edebilecek seviyede bir zeka seviyesine sahip oldukları düşünülmektedir.

Bilim adamları, bebelere ve yetişkinlere farklı tepki vermelerinden dolayı görünürde katı davranışta akışkan olan bu yeni türün bir çok soruyu cevapsız bırakması sebebiyle bilimin yeni ufuklara ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Öyle ki bu tür bir kaba doldurulduğunda, gayet az ve derli toplu dururken; kaptan dışarı çıkmaları sonucunda birden bire çoğaldıklarını, akışkan gibi yayıldıklarını, evin hiç olmadık yerlerine ulaşabildiklerini ve olmadık zamanlarda olmadık yerlerden çıkabildiklerini gözlemlediler. Farklı renklerde ve büyüklükte olan bu canlılar, zaman zaman bir araya gelip çeşitli boyutlarda kristalimsi yapılar oluşturuyor ve bu özellikleri ile bebeyi büyüleyip hipnoz ediyorlar. Bu yüzden evin büyükleri tarafından asla kilit altına alınamıyor ve her daim her yere yayılmayı sürdürüyorlar.

Bu araştırmalar ışığında, bebek sahibi olacak çiftleri uyaran yetkililer, türün özelliklerini tamamen keşfedip kontrol altına almayı keşfedene kadar evlere Legorus'un ham maddesi olan legoların girmemesini tavsiye ediyorlar. Hali hazırda bu türün etkisi altına girmiş olan evleri de karantinaya alacaklarını, içeriye başka kişilerin girmesinin yasaklanacağını ve hastalığın yayılmasını engellemek için hipnoz edilmiş bebenin bu durumdan kurtuluncaya kadar diğer bebelerle görüştürülmeyeceğini belirterek ailelerin çok dikkatli olmaları gerektiğini vurguladılar.


17 Aralık 2013 Salı

Ben Çok Çektim Sen de Çek

Toplum olarak böyle bir huyumuz var bizim. Çilekeş, yıllar önce çektiği çilelerin faturasını sonraki nesilden çıkarır. Kaynanalar gelinlerini, patronlar işçilerini, baba sevgisi görmeyen babalar çocuklarını... Bu liste uzar gider, çile çeken zamanı ve yeri gelince geçmişin nefretini uygun bulduğu kişiye kusar. Çoğu zaman bunu saklamazlar bile. "Ben zamanında neler çektim bu bişey değil, ben zamanında kendim yaptım sen de kendin yap" lar açık açık dile getirilir. Ben de iş hayatımda buna benzer tepkilere maruz kaldım. O zaman da haksızlık olduğunu düşündüm hala da öyle düşünüyorum. Mesela amirim vakti zamanında bir iş için uğraşmıştır, sonra kendince bir kolaylık bulmuştur. Fakat onu asla söylemez, sen yeniden uğraşacaksın, deneyip yanılıp belki o yolu bulacaksın ama bi dünya zaman harcayacaksın. Oysa en baştan söylese, ona harcanan zaman ekstra iş yapmaya harcansa ilerleme açısından daha verimli olur kanaatindeyim.

Bunun kaynana-gelin örnekleri de hayli trajikomiktir. Neler duyuyorum neler. Kendi kaynanası mum gibi ütülü örtü ve gömlekler istediğinden gelinden bunu bekleyenler, oğlunu her akşam 3-4 çeşit yemek yemeye alıştırıp çalışan gelinden aynı performansı bekleyenler. Hatta bir tanıdığım, gelinine daha ilk isteme faslında demiş ki, bana dantelsiz tepsi ile su bile ikram etmeyesin! Pes artık. Bebek olunca da bu tip kaynanalar gelinin evine her geldiğinde dizini kırıp oturur, bebeği yıkamakmış, uyutmakmış hiç bir zahmetine karışmaz, sadece sevme işini üstlenir. Eee haklı kadın naapsın, o da zamanında neler neler çekmiştir, kaynanası ona bir çöp dahi vermemiştir.

Ben çektim sen de çek düşüncesine bu güne kadar hiç sahip olmadım. Ta ki geçen güne kadar. Yine uykusuz bir gecemde yanımda horul horul uyuyan kocayı dürtüp uyandırdım bu yüzden. Onun yapabileceği bir şey yok aslında, mantıklı düşünürsek bebenin bakımında görev teslimi yapabilmek için onun uyuması, sonra o uyanınca bebeyi devredip benim uyumam daha doğru. Fakat gel de bunu kanımıza işlemiş acıların çocuğuna anlat. Oh ne ala ben burda çile çekeyim beyimiz keyif yapsın, olur mu hiç? Anca beraber kanca beraber deyip uyumasına izin vermedim. Belki ikimiz de baygın bir gün geçirdik ama en azından içimdeki sinir harbi bitmişti. Böyle anlarda beynimde cırıl cırıl öten çileli bülbülü susturmak hiç de kolay değilmiş onu anladım :(

14 Aralık 2013 Cumartesi

Aferim Kızım Bebeğine Ne Güzel Bakıyorsun

Yurdum teyzeleri tarafından sadece toplu ve mum gibi oturan bebek analarına söylenen bir laf olup, zayıf, ağlayan, emzik emen, kıpır kıpır hareket edip her yeri karıştıran bebelerin anaları asla ve asla bunun yanına yaklaşamazlar. Sen kendini ne sanıyorsun, iki tutam saçını süpürge ettin, nasıl sağlıklı beslesem diye nadide bulduğun uykularından feda edip araştırmalara giriştin, üç beş kitap okudun diye kendini iyi anne mi sandın. Geç kızım geeeeç bunları, biz zamanında bezlerini elde yıkadık da yine de kaç çocuk büyüttük, benden iyi mi bilicen bu işi sen hı?

Sana böyle hissettiren biriyle eminim sen de karşılaştın sevgili mikemmel anne. Belki moralin bozuldu, belki sinirinden ağladın, belki de kendini suçladın. Oysa bir anne, daha lakırdının ilk tınısından anlamalı içinin dolu mu boş mu olacağını. Baktın böyle eleştiren boş laflar geliyor, kulaklarına hemmen bir komut vereceksin; "kulağım bu sözleri aldığın gibi diğerinden dışarı çıkar, beynimi bunlarla meşgul etme" diye. O zaman tüm söylemler vız gelir tırs gider o anneye.

Bazen hazırlıksız yakalanmış olabilirsin çok normal. O zaman şöyle düşüneceksin bacım. "Bu iki lak lak eden kadın bile çocuk büyütmüş ya, ben neden yapamayayım?" Gördüğün gibi duyduklarına nasıl tepki vereceğin sana bağlı, esiri olup gözyaşlarını mı akıtacaksın yoksa içindeki dümbeleği çalıp göbek mi atacaksın? Unutma sen bebeğinin ilk muhtacısın.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Mazeretim Vaaar Anneyim Benn!

Toplumda annelere öncelik tanınan durumlar var elbette, misal otobüslerde annelere ayrılan koltuklar, sonracıııma .... düşünüyorum düşünüyorum başka da bir ayrıcalık bulamıyorum. Dışardayken iyi bir insana raslarsak ne ala, yoksa hiç bir konuda önceliğimiz yok.

Oysa kucağında veya pusetinde durmak bilmeyen bebe ile dışarı çıkmak ne zor bilir misiniz? Bu yazıyı okuyanlar genelde anneler olduğundan gayet iyi biliyorlardır tabi. Çocuklu bir annenin her ama her konuda ayrıcalıklı olması lazım. Aklıma gelenleri madde madde yazacağım.

Biiir: Öncelikle markette annelere özel kasa bulunsun ve lütfen ama lütfen o kasanın hemen önünde şekerler çikolatalar veya sürpriz yumurtalar olmasın. Onlara saldıran bebeyi mi tutayım, aldıklarımı kasaya mı vereyim bilemiyorum. Kasadan geçmek tam bir maraton, sonunda dilim damağıma yapışıyor yeminnen.

İkiiii: Her türlü ürün kategorisine ait olan mağazaların genelde giriş katı bayan bölümü olarak ayarlanıyor. Uyanıklar, bayanlar daha çok alışveriş yapıyor diye düşünüyorlar. Aslında çocuklara yönelik yapsalar daha iyi ya neyse çaktırmayalım. Diyelim bir ihtiyacım var bebek-çocuk bölümünde, mağazanın erişilmesi zor bir yerinde ise asla gitmiyorum Hele bazıları, en üst kata çocuk katını koymuş, üstüne üstlük asansörü de yok, napıyım ben o mağazayı. Pusetsiz geldim diyelim, o kadar katı kucakta bebe ile nasıl çıkayım a sivri akıllılar. Böyle mağazalara girer girmez çıkıyorum vallahi.

Üüüüç: Yolda annelere özel bir yürüme alanı olsun, bisiklet yolu gibi puset yolları çizilsin. Kalabalık bir grupla yürümek, karşıdan karşıya geçmek işkence. Bebek arabasının önüne atlayanlar, kırmızı ışık yanmasın diye acele ederken yol vermeyenler daha neler neler. Pusette bir bebekle ani fren yapamaz anneler. Yapmamalı. Ya zorla uyuyan bebe uyanırsa, ya bin kez uğraştığı halde kemerini bağlatmıyorsa düşer mazallah. Yamuk yumuk yolları, dik kaldırımları hiç saymıyorum bile.

Dööört: Otobüste yerler var dedim ama ne kadar kullanılıyor o ayrı. Otobüslerde bize verilen hakkı söke söke almak zorunda bırakmayın şu anaları. Hamile kadınlar sokağa çıkmasın diyen adam gibi çocuklu kadınlar gezmeye gitmesin, otobüse binmesin diyen biriyseniz eğer, Allah sizi bir ananın eline düşürmesin diyeyim ben, o zaman görürsünüz anyayı konyayı.

Beeeş: Randevulu görüşmelerde annelere 15 dakika gecikme payı verilsin. Bir bebeyi dışarı çıkmaya ikna etmek, giydirmek, çantasını hazırlamak, bu arada kendin de hazırlanmak, kapının önünden kaçan bebeyi yakalamak, kan ter içinde evden çıkmak kaç dakikaya mal oluyor biliyor musunuz siz? Geciktik diye sıradaki kişiyi aldın diyelim, tekrar sıra gelmesini beklemek bebe ile nasıl kolay olabilir?

Bak şimdi yazarken sinirlerim zıpladı ne yazacağımı da unuttum iyi mi? Yazarken yeniden yaşamak böyle bişey işte. Biraz sakinleşeyim diğer maddeleri de yazarım inşallah bir diğer yazıda. Haydi kalın sağlıcakla.

5 Aralık 2013 Perşembe

Anne-Bebek İhtiyaç Listesi #1: Her Odaya Halı

Eve bir bebek geleceği zaman bir tatlı telaştır alışverişler. Mini mini giysiler, eşyalar, malzemeler al al bitmez. Hangisini almalıyım, ne lazım ne değil, hangisi daha kullanışlıdır diğer bloglarda bol bol bulabilirsin. Bense sana hiç kimsenin söylemediği ihtiyaçları söyleyeceğim bak şimdi iyice dinle.

Bebe doğar doğmaz hadi bilemedin üç ay sonra, anne ve maille tüm aile gökyüzünden yeryüzüne iniş yapar. Önce tummy time ile başlayan yerlerde sürünme macerası, sonra emekleme, yürütme, hatta düşmesin diye yer yatağında uyutma, oturarak oyun oynatma süreçleriyle annenin zeminle yapışık yaşamasını garantiye alır. Öyle böyle derken anne totosunun değdiği tek yer evin halıları olup çıkar. Halıların hezimetinden azat olduğu zamanlarda ise illa ki ayaklarını totosuna vura vura bir işin peşinden koşuyor olduğundan, halı havasından koltuk havasına bir türlü geçiş yapamaz bu kasılmış toto. Ne zaman bu eziyet sona erecek bu yere istiflenmiş anaları Allah ne zaman yerden kaldıracak ben de hiç bilmiyorum, sabırla o günleri bekliyorum.

Bebe mobil hayata geçtikten sonra, toto biraz havalanmaya başlıyor ama anne totosu ile halı arasındaki aşkın tamamen bitmesi kolay olmuyor. Ayrıca genelde dizler üzerinde durmaktan ve tabi ki halının kapsama alanı dışına çıkınca takur tukur zeminde emeklemekten bacaklar nasibini alıyor. Keşke her yer duvardan duvara halı olsa diyorsun ama onun da bebekli bir evde temiz kalması zor diye cesaret etmek zor. Yine de bunu başarabilen analar çok şanslı.

Halıların sadece anne için önemli olduğunu düşünmek hata olur. Çünkü bebe doğduktan sonra gelen her misafiri yerde ağırlıyorsun. Hele onların da bebesi varsa, hep beraber yerde oturulacak ve koltuklar sadece sırt dayama yastığı rolünü alacak. İşte bu sebepten ötürü evin havlı rahat halılarla döşenmesi çok önemli :) 

-her odanda mutlaka halı olsun, çünkü biraz büyüyünce her odada bir oyun kuruyor bu bebeler.
-en çok oturduğunuz odanın halısı biraz kabarık olsun, yorgun toto biraz havalansın rahatlasın
-halılar bebenin hareketini kısıtlamasın, öyle püsküllü saçaklı halın varsa ya kaldır ya da üzerinde battaniye olsun.

Bunlara benzer maddeler çoğaltılabilir ama benden bu kadar, gerisi senin evinin düzenine kalmış. Eğer yok canım ben böyle yerlerde sürünemem dersen, birkaç ay sonra yeniden göreceğim seni ben.

3 Aralık 2013 Salı

Kalp Sıkışması

Bu sabah dışarıda işlerim vardı. Erkenden kalk giyin süslen minnakı hazırla, yetişeyim diye koştur, gelince yedir içir, oyna uyut derken iki dakka oturmadım. O kadar çok koşturdum ki birden bire kalbimde çarpıntı ve sıkışma hissi ile duraksadım. Derin nefes aldım geçmiyor, uzandım geçmiyor ne yapsam diye düşünürken uzandığım yerden kalkıp bir kahve içmeye niyetlendim, zira başım da çok ağrıyordu. Doğrulurken birden bire sütyenimin kopçası patladı ve o zaman sıkışma falan kalmadı :)

Ev içinde rahat olanları tercih ediyorum ama dışarı çıkıcam diye biraz daha dik gösteren sert olanlardan takmıştım. Ve daha hamilelik öncesine ait olduğundan biraz sıkıyor ama koşturmacadan sıktığını farketmemişim bile. Nasıl rahatladım anlatamam :) Kalp krizi mi geçiriyorum acaba diye düşünmedim değil. Oh be. 

Bunu nasıl olur da farketmedin diyebilirsin, ama anne olunca öyle oluyor işte. Sıra bir türlü kendine gelmiyor. Değil ne hissettiğin ne düşündüğünü bile ayırt edemez oluyorsun. Bak şimdi mesela bişey diyecektim unuttum gitti, artık hatırlama şansı yakalarsam yazarım :)

2 Aralık 2013 Pazartesi

Cennet annelerin ayakları altındadır.

Burada genelde eleştirel, zaman zaman şikayet eden, biraz sivri dilli yazıyorum ya sanmayın ki çocuk sahibi olmak hayatın en kötü şeyi. Bazı yazılarda da belirttim, anne olmak bir kadının yaşayabileceği en güzel deneyim. Evet zor, evet zaman zaman çıldırtıcı ama öyle bir aşık oluyor ki insan, bebesi için her şeyi yapar, gık demeden canını verir. Bu duygu yoğunluğu sebebiyle olsa gerek, genelde anneler çocuklarına disiplin vermekte zorlanır, bebesinin gözünün içine bakar, ne isterse anında yapar. Ona adeta tapar.

Bu kadar çok emek harcayınca, yavrusu için fedakarlıklar yapıp saçını süpürge eden annelerin yeri cennettir sözünün hakkını vermiş oluyor anneler. Fakat bu sözün emek vermekten ziyade, başka bir sebeple kullanıldığını düşünüyorum ben, ki bunu anne olunca idrak ettim.

* Anne olunca kalp gözü mü dersin, yaradana açılan kapı mı dersin ne dersen de, o bağ eskiden olmadığı kadar açılıyormuş. Dilinde sürekli bir dua, sürekli bir yakarışla evladını koruması, esirgemesi, bağışlaması için yalvarıyorsun.

* Gönlünün sınırları hiç olmadığı kadar genişliyor. O kadar büyük bir sevgi kaplıyor ki içini, dağıtsan dünyadaki tüm sevgi yoksunlarına yeter. Bu sevginin getirdiği bir "iyi hal"e sahip oluyorsun. Gözlerin pembe gözlüklerle bakıyor, dudakların hep tebessüm ediyor. Sevgilisinin aşkını rehber edinip ilahi aşka erişen Yunus'un yoluna giriyorsun.

* Kin, kıskançlık, haset, fesatlık gibi olumsuz duygular seni birer birer terkediyor. Nefsini ıslah edip "olma" yolunda ilerliyorsun. Gazetenin 3. sayfa haberlerini görmesen herkesi iyi, dünyayı kötülüklerden arınmış zannediyorsun. 

İşte bunun gibi haller sebebiyle annelerin cennetlik olduğunu düşünüyorum artık. Yaradanın verdiği canın aşkı, kendi canını yaradana vermeye sebep oluyor, bu yüzden belki de annelerin yüzü nur saçıyor.

1 Aralık 2013 Pazar

Annelik Sıfatı

Hiç düşündünüz mü hayatta kazanılan bir çok sıfat emek ister. Önce emek harcarsın sonra o sıfata nail olursun. Doktor, uzman, mühendis, işçi ne olursa olsun önce bu ünvan için birşeyler yapmak gerekiyordur. Abla, kardeş, evlat, teyze gibi sıfatlar bunlardan farklı, onlara sahip olmak için bir çaba sarfetmiyorsun ama seçim de sana kalmıyor. Kontrolün dışında oluyor bu yüzden onları saymıyorum.

Oysa anne sıfatı ise bir çaba göstermeden ancak seçme şansı elinde olan bir kazanım. Çaba göstermemekten kastım anne olmak isteyip de olamayan ve bunun için uğraşmak zorunda kalanlar değil elbette. Yaratıcının verdiği doğal bir özellik oluşunu kastediyorum. Vücutlarımız üremeye programlı dünyaya geliyoruz.

Bu açıdan bakıldığında üreyip bebek sahibi olan her kadın "anne" sıfatına kolayca sahip oluyor ama gerçekte anne deyince anladığımız daha soyut bir kavram. Bebeğini bakan büyüten, sevip okşayan, en fazla ilgi gösteren, saçını süpürge eden gibi anlamlar geliyor benim aklıma anne dendiğinde. Dolayısıyla kucağına bebesini alır almaz anne olan kadının, kazandığı sıfatın hakkını verebilmesi için çaba sarfetmesi gerekiyor. İşte bu açıdan diğer tüm sıfatlardan farklı "anne olmak", diğerleri emekten sonra edinilir, annelik ise önce edinilir sonra içi doldurulur.

İşte bu aşamada hangi kadının annelik sıfatını ne kadar doldurduğu, ne kadar emek verdiği kadından kadına değişiyor. Bazı kadınlar gerçekten çok çaba harcıyor, bazıları sorumluluktan kaçıyor. Oysa her kadın öncesinde bunu çok iyi idrak etmeli. Anne olacaksan emeğini önce değil sonra vereceksin ve bu emek yeryüzündeki en zor sıfatı kazanmak için harcanandan bile çok büyük. Yine de böyle diyerek anne olmamış kişilerin gözünü korkutmak istemem. Yaradılışımız bunu başarmak için bir çok kolaylık içeriyor fakat bu konuda da seçim bize kalıyor. Aynı bahşedilen diğer özelliklerimiz gibi, ne kadar kullanacağın sana kalıyor.

27 Kasım 2013 Çarşamba

İya iya o

Minnakım oyun çağına geldiğinden beri gün boyu onun yaşına uygun şarkılar çalıyor evde. Az biraz ingilizceye kulağı alışsın diye de nursery ryhmeslar ağırlıklı. Her gün kafası kırılasıca humpty dumpty yumurtalar, tüm gün boyunca dön dön bir yere varamayan wheels on the buslar ile beynimin en nadide bölümleri hacklenmiş durumda. Ben eskiden ne dinlerdim ne söylerdim inan hatırlayamıyorum.

Keyifli bir anım geliyor, şöyle dilim güzel bir şarkı mırıldanmak istiyor ve ağzımdan çıkan ne oluyor dersiniz: neşeli bir sesle hiya hiya ooo! Old mcdonald amcayı pek severim ama, bir tek çiftliğindeki domuzların nasıl olup da oink sesi çıkardıklarını hala çözebilmiş değilim. Oink de neyin nesi olsa olsa honk diye gırtlaktan bir ses çıkarmaları lazım fakat herhalde bu domuzlar benim bilmediğim cinsten (sanki domuz kontrol uzmanıyım mübarek ).

İşin en çıldırtıcı yanı, minnakımın bazen bu şarkıları söylememi istemesi ama bozuk plak gibi hep aynı yere takılması. Mesela wheels on the bus'ta sadece kapıların açıp kapandığı kısmı istiyor. Artık binbeşyüz kez dors on dı bas go opın end şat söylüyorum ama asla diğer kısımlara geçemiyorum. Haliyle şarkı bitmiyor, en son cinnet geçirip bayılma numarası ile yırtıyorum.

Gece olup da nadide kavuştuğumuz uykunun kollarına kendimi teslim edeceğim zaman ise beynimde bir plak zır zır çalıyor. Mery hes e litıl lemb litıl lemb litıl lemb, nı nını nı nı nı... Sonra kendimi silkeleyip yeter artık uyumalıyım deyip koyun saymaya geçiyorum ve

Van şip tu şip tri şip mooor
For şip fayv şip siks şip moooor

diye diye en sonunda aşırı doz çocuk şarkılarından sızıp kalıyorum.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Etkin Annelik

Sosyal medyayı kullananlar bilir az biraz, internette bir çok anne grubu vardır. Bunlardan birini takip etmeye başladın mı pek akıllı uygulamalar, önüne şıppadanak bir liste koyar, konuyla ilgili tüm anneler listendedir artık. Sonraaa gün gelir bir bakarsın haberler sayfası aynı haberle dolmuş, sen neye uğradığını anlayana kadar yazı/görsel bombardımanına tutulmuş olursun. Meğer hepsi birden bir yere gitmiş, şak şak fotolar çekmiş, her saniyesini kayıt altına almıştır :/

Böyle bir sürü anne grubu vardır. Evinde oturamayan o etkinlik benim bu etkinlik senin gezen anneler, yazmadan duramayan anneler, ben internetsiz yaşayamam diyen anneler, uykuya hasret bebeye medet arayan anneler.... Böyle gidiyor bu listeler.

Bu yazıda bebesini slingine asıp dolaşan pek sevgili evinde duramayan anneleri konu alacağım. Bu anne grubu birilerinin düzenlediği, analara yemekli bebelere oyunlu etkinliklere her daim katılır, bir konuşmacı varsa anlatılanları kendi hafızasından ziyade fotoğraf çekerek telefonun hafızasına kaydeder, bebesiyle iki boyama yapıp ay çok eğleniyoruz fotoları çekip paylaşır. Bu tip etkinliklere hiç katılmadığımdan gerçekte neler olup bittiğini bilmiyorum ama ekrandan gözükenler böyle algılanıyor anacım. Doğrusu timeline da bu tip gönderiler çıkar çıkmaz kaçacak delik arıyorum.

Dolayısıyla başta reklam amaçlı başlayan bu etkinlik toplantılarının suyu çıktı, burdan reklam verenlere sesleniyorum demedi demeyin. Toplantıya katılan 20-30 kişi dışında reklamınızı alan yok bilesiniz.

Ben bu organizasyonlarda en çok çocuklara üzülüyorum doğrusu. Süsleyip püsleyip çocuğa onca yolu teptir, iki oyun oynasın diye hiç tanımadığı insanlar arasına sok, şak şak patlayan flaşlar altında çocuğun eğlenmesini bekle. Şimdi genelleme yapmam doğru olmaz haklısın ama gördüğüm fotolarda çocuklar hiç de eğlenmiş gibi durmuyor be bacım.

Bazı etkinlikler gerçekten çocuklara hitap eden, eğitici ve eğlendirici aktiviteler ile planlanmış oluyor ama yine de bazı açılardan sakıncalı geliyor bana. Şöyle ki

1-çocukların sosyalleşmeye ihtiyaçları var şüphesiz, fakat yetişkinler kadar sosyal olmasını beklemek anlamsız. Düzenli şekilde göreceği 3-5 arkadaş, her seferinde farklı kişilerden oluşan ve kalabalık bir oyun grubuna göre çok daha faydalı. Çocuklar arkadaşlık kavramını geliştirir, bağ kurar ve birbirlerinin davranışlarını örnek alır.

2- bu aktiviteler her seferinde farklı bir konseptte yapılıyor genelde, oysa biraz rutin iyidir. Önceki maddede belirttiğim 3-5 arkadaş şartı sağlanmış olsa bile (mesela hep aynı çocuklar geliyordur) etkinliklerin değişmesi çocuğu deneme tahtasına dönüştürüyor.

3- değişik konseptler olduğu gibi, değişik eğitmenler, değişik mekanlar; her seferinde adapte olunması gereken birçok yenilik getiriyor çocuğa. Bu kadar değişikliği ona sunmak iyi mi, kafasını neden karıştırıyorsunuz bebenin.

Bunun yerine 3-5 anne toplansa, her hafta aynı yerde aynı çocuklar buluşsa daha faydalı olur. Çocuğu oradan oraya taşıyıp düzenini bozmayın, siz istiyorsanız toplantıdan toplantıya gezin ama bebeyi rahat bırakın.

Yazan: hem özenir hem söver anne :)

Anneye Hayır Denmez

Bunu çocuklara değil büyüklere söylüyorum, bir anne bir şey talep ettiyse asla ve asla hayır denmemeli. Çünkü inan o anne, mecbur olmasa, başka alternatifi olsa o şeyi asla istemez.

Anne olduktan sonra her kadın multifonksiyonel robotlardan hallice bir donanıma sahip olur. Eli kolu hiç durmaz çalışırken, kafası da arkaplanda programlar yapar. Aynı anda yapılabilecek en fazla işi yapabilir,  işleri en hızlı sonuçlanacak şekilde sıralayabilir ve bunları yaparken gerekmedikçe kimseden birşey istemez. Bilir ki olaya müdahil ettiği kişi onu aksatacak, işini yavaşlatacaktır. Mesela bebesi uyur uyumaz bi koşu mufağa dalar çorbasını ocağa koyar, o biraz kaynarken çamaşırını asar, bu arada ortalığı toplar, gelir çorbayı karıştırır, arada bebeyi kontrol eder, sonra başka işe dalar vs. Bütün bu işlerde sıraya çok dikkat etmiştir, asla boşa zaman geçmesine izin vermez.

Bu yüzden ülkeyi yönetecek kişilerin hep anne olması gerektiğini düşünürüm ben. Onlardaki o zehir gibi çalışan beyin hızına hiç bir erkek yaklaşamaz. Ayrıca annelerin merhamet duygusu ayrımcılığa izin vermez. Konuya geri dönecek olursak, sevgili anne etrafında konuşlanmış beyler ve hanımlar. Eğer anne sizden bir ricada bulunduysa onu reddetmeden önce bir düşünün bakalım, reddetme sebebiniz bunca şeyi tek başına yapan annenin, zorda kalmadıkça yardım dilemeyecek annenin gerekçesinden güçlü mü? Mevzu ne olursa olsun hiç sanmıyorum ki sizin işiniz daha acil olsun. Bu yüzden ricaya derhal karşılık verin, bir de nedenini açıklamak zorunda bırakmayın, bu kadının sinirlerini zıplatmayın!

24 Kasım 2013 Pazar

Cinnet sebebi uykusuzluk

Uykusuuuuz gecelerin sabahınıııı bana soooor
Yarım kalan çayımın hasretiniiii bana sooor

Anne olduktan sonra bu şarkıyı en acıklı ses tonuyla söylemeye başladım sevgili mikemmel anneler. Ben ki okulda tüm arkadaşlarım sınav öncesi sabahlarken tek bir kez bile uykusuz kalmamış, çalışmamış olsam dahi uykuyu tercih etmiş bir insanım ve şimdi feci uykusuzum.

Az uykulu gecelerin bana en büyük kazancı, şiş gözler, şapşal bir yüz ve durmadan komplo teorileri yazan bir beyin. Bir gün önce can ciğer kuzu sarması olduğum kocam, uykusuz gecenin sabahında, hatta gecenin ortasından başlayarak bir numaralı düşmanım haline geliyor. Ben uykusuz kalırken sen nasıl uyursun ha, al sana al sana diye bang bang öldürüyorum kafamda. Gerçekte ise terslemeler, zıtlaşmalar, azarlamalar gırla gidiyor. Diyelim sonraki gece uyudum, ertesi sabah sanki hiç bir şey olmamış gibi düşmanım kocacım yine canım ciğerim oluyor :/

Fakat nasıl oluyor anlamıyorum o uykusuzluktan geberme halinde bile bebene full enerjiyle odaklanıyorsun, her ihtiyacını gideriyorsun,  o uykuya dalana kadar zımba gibi olan vücut, daldığı anda sızıp kalıyor. İşte böyle birşey annelik. Bebeme her şey feda olsun onun saçının bir teline kurban olurum modundasın her an.

Genelde tüm annelerin uykusuzluğu yüzünden gözlerinden okunur. Uykusuz bir anne başka bir uykusuz anne gördüğünde onun anne olduğunu şak diye anlar. Çünkü anne olmamış uykusuz kadınlarla uykusuz annelerin halleri farklıdır. Uykusuz anne olmayan kadın, uyumadığı için daha çok  gergin ve streslidir. Kaşları çatık, yüzü asıktır. Fakat uykusuz anne kızgın bir ifadeye değil de şapşal bir yüze sahiptir. O kadar yorgundur ki sanki kızmaya bile takati yoktur böyle ifadesiz bir yüzü vardır. Gerçi bunun bir sebebi de ne kadar yorgun ve uykusuz olursa olsun bebesinin verdiği mutluluktur.

Bu yazıyı okuyan ve anne olmayan kişilere sesleniyorum. Böyle bir yüz gördüğün zaman sen sen ol, uykusuz annenin sinirini bozacak bir şey yapma. Karşısında keyif yapma, çay-kahve içme mesela. Hele hele ayaklarını kanepeye oturup uzun oturma, eline gazeteni de sakın alma. İlla bir şey yapacaksan, bebesiyle on dakika oyna da, yüzüne soğuk su atıp kendine gelsin bu ana.

20 Kasım 2013 Çarşamba

Partnerim Yalnızlık

Eve bir birey daha geldi, iki idik üç olduk, az idik çok olduk ama neden daha yalnız olduk, bunu yazacağım bugün.

Çocuk sahibi olmak gerçekten dünyanın en güzel şeyi. Derlerdi de inanmazdım. Bir yerden kulağıma çalınmış bir söz var, diyor ki; cennette tadılacak zevkin yeryüzündeki yansıması seks sırasında aldığın hazmış. Cennette devamlı bu hazza sahip oluyormuş insan. İşte bununla kıyaslarsam eğer, evladının iyi halleri (işte ağlaması dertleri vs hariç kısımlar) bu hazzın çok çok üstünde diyeyim siz anlayın.

Gerçekten abartmıyorum harika bir eş ve baba olan kocam var. Benim kadar ilgili minnakımızla. Fakat bir yere kadar tabi ki. Anne olunca özellikle ilk zamanlarda sorumluluğun daha fazla. Emzirme var, o var bu var, bi de dokuz ay karnında olduğundan mıdır nedir anne kokusu denen bişey var. Bebenin onu almadan uyumaması var. Yani bebek için önce anne var.

Bu zorunluluktan ötürü müdür bilinmez, bir süre sonra hevesli dahi olsa, babanın eli ayağı bağlanıyor. Bebe ile geçirdiği zaman azalıyor. Geceleri uyandığında nasılsa uyumak için anne isteyecek diye uyanmaktan vazgeçiyor. Böyle olunca, hele de bebenin anneye yapıştığı dönemlerde kendimi çok yalnız hissediyorum.

Zaten bebe dışımda hayatımda pek bir olay kalmamış, akşamları iki lafın belini kırıp da çevremizde neler olup bitiyor diye biraz bilgi edineceğim zamanlar da babasından oyun isteyen bebeye kaptırılınca, o uyuyunca konuşuruz ne olacak diye düşünüp, bebeyi uyuturken ikimiz de sızınca, gecenin bir yarısı uykumu almış halde uyanıp düşüncelere dalınca, anneliğin beni gitgide yalnızlaştırdığını hissediyorum.

Doğru düzgün bir sosyal hayat kalmamış, konuşulan konular hep bebek-çocuk-gelişim, dünyadan bihaber yaşarken yalnızlık annenin en sık görüştüğü partneri oluyor.

Tabi her anne böyle değildir, çevresinde eş dost akrabalar, kapısını her daim çalan arkadaşlar vardır belki. Fakat görüyorum ki öyle bile olsa, anne olduktan sonra kalabalık içinde yalnızlık durumuna geçiyor anneler. Çünkü bebesinin dilini en iyi anlayan sadece o var ve onun dilini en iyi anlayan ne yazık ki eşi ruh ikizi olsa bile kimse ama kimse yok.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Her Anneye Lazım #3 Dırdıra Dirayetli Bir Koca

Ben aslında çok konuşan ve dolayısıyla fazla dırdır eden biri değilim. Bazı kadınlar vardır nasıl böyle güzel konuşur, onu dinlerken beni görseniz, hayatında ilk kez reklam görmüş bebe gibi ağzım açık kalırım. Fakat doğumdan sonra bana ne olduysa kocamın her bir tavrı gözüme batar, dırdır etmekten dilimde tüy biter hale gelmişim.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım beyler, gerçekten çoğu zaman dırdırı hakediyorsunuz. Yeni çömez anne kucağında bebesini emziriyor, gazını çıkarırken bebe kusuveriyor. Odada olan baba bunu görüyor ama mendil yetiştirmeyi akıl etmiyor. Sonra da anne biraz telaşlı bir şekilde isteyince de dırdır oluyor. O sırada panik olmuş anne ne yapsın? Canım kocacım aşkım bebeğimiz kustu da şu komidinin üzerindeki beyaz kutunun içinden sarı oyalı ağız mendilini getirir misin desin? E tabi annede hata, emzirme, alt değiştirme, mama yedirme gibi işlerin öncesinde her şeyi tedarik etmeli, bebenin yanına koca bir çanta ile gitmeli. Alt değiştirirken pırt yapıp yeni koyduğu 
bezi mi batırdı; hemen hooop çantadan yeni bir bez çıkarmalı, beslerken mamaları mı püskürttü;  mendillerin ıslağı, kurusu, önlüğü, suyu, ihtiyaç duyulabilecek her şey bir el atma mesafesinde olmalı ki, istemek için babayı kurulduğu koltuktan kaldırmasın. Değil mi ama?

Bebe yürümeye başlayıp da anne ocağın başında batık ellerle yemek yapmaya çalışırken, bacaklarına dolanıp kucak isteyen bebeyi gördüğü halde kayıtsız kalan babaya, anne bir dakikalığına wc ye gittiğinde olmadık şeyleri ağzına sokmuş bebeyi görmeyip gözünü gazeteye kilitlemiş babaya, başka odaları toparlamak için beraber oynasınlar diye bıraktığı bebeyle tv de maç izleyen babaya dırdır etmesin de ne yapsın anne? 

Bazen dırdır edecek bir sebep olmayabiliyor, baba gerçekten her sorumluluğu mükemmel yerine getiriyor ama anneler yine dırdır ediyorsa sorun bakalım neden ey sevgili babalar. Bu mikemmel anne bütün gün bebe bakmaktan cozutmuş, duygusal dengesini kaybetmiş olabilir. Canı alışveriş merkezlerini gezmek, arkadaşlarıyla buluşup dedikodu yapmak istiyor olabilir. Pek tabi ki bunları her istediği zaman yapamadığından içinde biriken stresi dışarı vurmaya ihtiyacı var. Ne yapsın bu anne şöyle sese yalıtılmış bir odası yok ki. En yakını hayat arkadaşı biricik kocasına içini dökecek ama bunu usul usul muhabbet etme şeklinde anlatmaya da vakit yok. Elbette gün içinde çemkirecek, laf sokacak, alakasız bir şeyden bahsederken bir dırdır yapacak. İşte size harika bir bulmaca. Gazete bulmacalarında zaman öldüreceğinize bu kadının yine ne derdi var diye düşünün bakalım. Her soktuğu laf bir ipucu, her dırdırı bir kanıt olarak bırakıyor size.

İşte böyle durumlarda kendinize şunu sorun. Ben bu dırdırı hakettim mi? Yok haketmemişseniz hiç kafanıza takmayın anacım bu karınızın iç boşaltma & stres atma dırdırıdir. Bu dırdırları dert etmeyin ama mutlaka dinleyin, yoksa bir de "sen beni hiç dinlemiyorsun, artık beni anlamıyorsun" dırdırı gelmesi kaçınılmazdır.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Dertlerimizi içimize attık, kahkahalardan buket yaptık

Anne olunca artık kendine ait zaman diye bir kavram kalmıyor, kalsa da bu an dilediğin an olmuyor. O zamana kavuştun diyelim, fakat bakalım bu sefer de canın kalacak mı. Kısacası, keyfinin gelmesi-uygun zamanı yakalamak-keyfini yapacak enerji bulmak, her biri birbirinden bağımsız üç kuşmuş gibi düşün. Bu üç kuş aynı anda hiç bir zaman yuvalarında olamıyorlar ne yazık ki. Benim bebekten sonraki şu son 1-2 yılımda bu üç kuşu yakalamam birkaç kez anca olmuştur. Haliyle zaman zaman derbeder oluyorum.

Bazen diyorum keşke bilgisayarlardaki sistem geri yükleme fonksiyonu olsa bende de. Dışardan bir virüs geldiğinde, ruhum tepetaklak olduğunda birkaç gün önceki halime resetleneyim, her derdimi unutayım.

İşin en kötü yanı ise, içinde ne kadar yangın olursa olsun bebene bunu yansıtamazsın. Gerçi onlar herşeyi anlıyor ya, yine de anlık yaşadıkları için unutuyorlar. Sen de oyun oynarken yaşadığı heyecanı paylaşmak, başarılarıma alkış tutup, gülümsemek, kahkahalarına ortak olmak zorundasın. Şöyle içime kapanayım da ruhumu dinlendireyim veya doya doya ağlayayım da kendime geleyim zamanın yok.

Bu durum iyi mi kötü mü bilemiyorum ama şurası bir gerçek ki, anneyken hayatın zorluklarına arkaplanda direnmek zorundasın. Çünkü her zaman birinci önceliğin evladındır. Bu belki de iyi bir şeydir, aslında hiç bir derdin önemli olmadığını hatırlatıyor sana beben. Doya doya melankoli yaşamak sadece zaman kaybı, hayat bebenin oyun değiştirme hızından bile hızlı akıp gidiyor....


10 Kasım 2013 Pazar

Her Anneye Lazım #2 Pohpoh Perisi

Bu gün çok dertliyim sevgili mikemmel anneler. Tüm hafta boyunca bebeye bak, oyna, yedir, gezdir, yatır, kaldır işlerinden o kadar yoruluyorum ki hafta sonu olunca babaya biraz görevi devredeyim de dinleneyim hayalleri kuruyorum. Fakat hala o hayalime kavuşabilmiş değilim ya neyse. Hafta sonu daha çok iş çıkıyor sanki. Bir de evde hafta içi bin bir zahmetle kurulan günlük rutinleri sıfırlayan bir adamın varlığından mı bilinmez, daha bir kuduruk daha bir zırıldak oluyor minnakım. Öyle ki iki kişi bakıyor olsak bile, üzerimizden dozer geçmişe dönüyoruz ikimiz de.

Bu sabah kocama dedim ki "hiç sormuyorsun aşkım sen bu çocuğa yalnız bakıyorsun?" diye, "hiç merak etmiyor musun olmadığın zaman nasıl başediyorum?"

Tabi bu sorunun cevabı olarak duymak istediğim şey elbette biraz pohpohdu. Bravo karıcım ne güzel bakıyorsun, tek başına nasıl da her şeyine yetişiyorsun, eminim çok yoruluyorsun, gel sana bir sarılayım şeklinde bir gazdı. Fakaaat aldığım cevap ne oldu dersin? Sanki bir tek sensin bu dünyada çocuk bakan!

Çok içerledim sevgili mikemmel anneler. Zaten bebeden iki laf edemez, romantizmi mumla arayıp bulamaz olmuşuz, arada sırada bir güzel söz, iki kelam bile çok geliyor erkeklere bazen. 

Hani derler ya erkekler dolaylı imaları sevmez onlarınki düz mantık çalışır, sen de ima edeceğine ilgine ihtiyacım var kocacım deseydin diye. Ben buna hiç inanmıyorum dostlar. Bence bu kadınlardan kaytarmak için yine bir erkek tatafından uydurulmuş bir teori. Bu erkekler ki futbol maçlarında on hamle sonrasını öngörür, çeşit çeşit taktikler kurup kafalarında maçlar yazar, sözkonusu kıt akıllı(!) kadınların laflarına gelince düz mantık ararlar. Yok öyle yağma.

Erkekler bir yana, toplum olarak da pohpoh cimrisiyiz. Annem nedense, "aferin kızım bebene ne güzel bakıyorsun" yerine, "biz zamanında kaç bebe baktık, bezlerini de elde yıkadık ne var ki" demeyi tercih eder. Komşu teyze "ooo oooo biz neler çektik büyütürken bunlar senin iyi günlerin bir de büyüyünce gör" der, çocuk büyütmüş olsalar bile kimse kimsenin halini anlamaz, görmez, biraz pohpohlanmaya ihtiyaç duyduğunu idrak edemez.

Oysa bilseler, hele hele babalar bilseler, verdiğin gazla kutu kutu enerji içeceği içmiş gibi kıvama gelecek anne, değil bebeyi sana yıkmak, her bişeyi çekip çevirecek, nefis sofralar hazırlayacak, yüzünden gülümseme eksik olmayacak. Tek bir güzel söz, ona büyük kazanç olarak geri dönecek.

Ama yok ne bunu idrak edecek ne de söyleyecek akıl yok. Var da buna çalıştırmayı tercih etmiyorlar diyelim.

Bu yüzden ben de hayallere daldım, keşke bir pohpoh perim olsa, pilim bitmiş, neşem kaçmış olduğu zamanlarda sevgili periciğime seslensem, pohpohçum beni biraz pohpohla desem. Kulağıma fısıldasa, sen çok iyi bir annesin, bebenin huysuzluğu senden değil dişi acıyor ondan dese, kalbime ferahlık, yüzüme ışık verse, beni tüy gibi hafifletse.... Ne güzel olurdu....

9 Kasım 2013 Cumartesi

Her Anneye Lazım #1 Sese Yalıtılmış Bir Oda

Zaman zaman keşke evimde bir sessiz oda olsa da avazım çıktığı kadar bağırsam, tüm küfürleri saysam diye iç geçiriyorum. Tabi bunun için anne olmak şart değil, anne değilken bile iş hayatı, iyi gün dostları, kızlı erkekli mevzular, başımızdaki vır vır öten baykuşlar da insanı çileden çıkarıyor.

Hangi rahatlama tekniği size uygun bilemem ama bağırmanın yerini hiç bir şey tutmuyor anacım. Hele anne olunca karşınızda bin kere söyleseniz de aksini yapan bir bebe olunca bininci söyleyişte ister istemez ses yükseliyor. Bu gidişatı farkeder farketmez kendimi durdurmayı başarıyorum ama beynim zonklamaya, gözlerim ateş çakmaya hazır bir çakmağa dönüşüyor. İşte bu anda öyle bir odam olsa girsem kapısını kapasam bir çığlık atsam normale dönecekmişim gibi hissediyorum. Zira hiç bir derin nefes beni rahatlatamıyor.

E tabiki de böyle bir odam yok :( O zaman mümkün olduğunca mekandan uzaklaşmaya çalışıyorum, minnakıma bakacak biri varsa tabi. Yoksa içimde o alev artık ne zaman geçerse tüm gün dolaşıyorum öyle.

İşimiz çok çok çok zor,  hayat bir sınav biliyoruz da, bebe olunca, öss ye iki ay kala açılan hızlandırılmış kurslar gibi oluyor bu sınav. Tamam hepinizi alt edicem söz ama bi teker teker gelin yahu, teker teker!

7 Kasım 2013 Perşembe

Annedir ne yapsa yeridir!

Anne olmanın en keyif aldığım yönlerinden biri kesinlikle bu: toplum içinde en saçma salak hareketleri yapsam bile yadırganmıyor oluşu. Çünkü yanımda minnakım vardır, ne yapıyorsam onun için yapıyorumdur (gibi görünse de bazen sırf stres atmak için işi abartmıyorum değil ). Oh dilediğim kadar dibine vurabilirim.

Bunların başında yüksek sesle gülmek, konuşmak, çığlık atmak geliyor. İnanmayacaksın ama ben anne olduktan sonra kahkahalarımın nasıl olduğunu öğrendim. O zamana kadar nasıl bir ses çıkardığımı bilmiyormuşum. Çok kikirik bir sesim olsa da umrumda değil, hiç çekinmiyorum. Sonraaa minnakımı yüksek sesle çağırmalar, bir başarısının ardından gelen bravolar. O mıy mıy sesim gitti, yer yer çocuk sesi kıvamında canlı neşeli bir ses geldi :)

Hele abidik gubidik surat ifadeleri, el kol sallamalar yok mu? Dışardan kimbilir ne kadar acayip görünüyorum. Fakat hiç yadırgayan bakışlar farketmiyorum, genelde gıpta ile bakıyorlar bize, o zaman değmeyin keyfime. İstersem saçımı tarayamamış olayım ne farkeder, anne sıfatımdan dolayı rahatça yırtabilirim. Nasılsa düzgün olsa bile bozulacak :)

Bir de parklarda yeniden çocukluğumu yaşıyorum ayol. Tahtıravallide bebemin karşısına oturuyorum, zıplama şeysi varsa hop hop zıplıyorum. Daha oturamayan bir bebe iken başlayan onu kucağımda tuttuğum salıncak sefalarım, bu aralar o salıncakta o sallanırken illa yanındaki salıncağa benim oturmamı istemesi ile (tabi boş ise) tavan yapmış durumda. Gel keyfim gel. Ha sahi bir de çocuk oyun mekanlarındaki top havuzu trombolin gibi şeyler var. Bizim çocukluğumuzda yoktu ki öyle top havuzlar falan. Doğrusu çok özeniyordum, şimdi minnakımı yalnız bırakmama bahanesiyle dalıyorum havuza :) Herhalde bu durum daha bağımsız olacağı 3-4 yaşına kadar sürecek, o zamana kadar iyice tadını çıkarmalı veya bir bebe daha yapmalı :))

Velhasıl kelam anne olmak çok keyifli bişey. Delilerin tavırları nasıl anormal sayılmıyorsa, anneyken  de öyle oluyorsun. Tabi bu annelik bir nevi delilik demek de oluyor ya varsın öyle olsun :)

5 Kasım 2013 Salı

Bebekler Sakinlik Sever

Ne kadar sosyal olursan ol, doğumdan sonra ilk üç ay, hadi o çok dersen ilk kırk gün dizini kırıp evine kapanacaksın gülüm. Eskiler boşuna dememişler kırkı çıkmadan dışarı çıkılmaz diye. 

Bu iddialara inanırsın veya inanmazsın o sana kalmış, ama sen gel de benim tavsiyeme uy. Aslında tamamen dışarı çıkma demiyorum, eğer evinin yakınında ağaçlık sessiz parklar varsa, ya da ne bileyim şırış şırıl akan bir dere kenarındaysa evin, her gün mutlaka çık ve bebeni açık havada uyut. Fakat istanbulda yaşıyorsan, çıktığın andan itibaren bir düüüüt sesi, trafiğin uğultusu, insanların gürültüsüne maruz kalacaksan, hiç yeltenme.

Tabi bu sakin ortamı ev içinde de sağlamak lazım. Bebek görmeye gelip de çan çan konuşan kadınlar olursa onları defet, eğer kovamıyorsan gir odana kapan, bebeni sakla anacım. Kim ne derse desin hiç umursama, o bebeye bakacak olan sensin, senin beben senin kararın.

Bebek dünyaya gelerek zaten çok büyük bir şok yaşadı, etrafında annesi hariç her şey yeni. Üzerindeki kıyafet, başını koyduğu yastık, gördüğü ışıklar, duyduğu sesler. Bir an kendini yerine koy ve düşün korkunç bir dünya sanki. Bu kadar çok uyarana birden bire maruz kalmışken, bir de ani sesler, çeşitli tipteki gürültüler, onu mıncıklayan eller... Of of

Elbet hepsine alışacak ama bu süreci yavaş yavaş yaşatmak lazım. Sakin ortamlarda bulunan bebek daha kolay uykuya dalar ve daha huzurlu olur. Yenidoğan bebe zaten bütün gün uyuyor deme, evet uyuyor ama her uyku aşamasında aslında nasıl uykuya dalındığını da öğreniyor. Bu sürece destek olup ilerleyen aylarda kolay sakinleşip kolay uyuyan bebeye dönüştürmek senin elinde. Yok ben köstek olacağım dersen, büyüdüğünde algıları daha da açılmış olan bebeyi uyku aşamasına geçirmek için kırk takla atman gerekecek. Bu söylediklerim bilimsel bulgulara değil yüzde yüz anne bulgularına dayanıyor. Gördüğüm tüm bebelerde bu fark kendini gösteriyor. Bundan başka etmenler de var elbet, onları da yazıcam sırası gelince.

Bebem gürültüye alışsın mı diyorsun bunu her gün azar azar radyo falan açarak yapabilirsin. Tabi yine onun tepkilerine bakarak, rahatsız oluyorsa illa ki kendini belli edecektir. 

Bir çocuk yetiştirmek hayattaki en büyük sorumluluk. Çok zor ama çok keyifli. Her geçen gün bebendeki gelişmeleri görünce, bunu milyonluk maaşlı işlere bile değişmem diyeceksin. Öyle çok sevecek, öyle gurur duyacaksın...

4 Kasım 2013 Pazartesi

Bir Anne Bir Anneye Gel Beraber Yuva Açalım Demiş

Analarımız beş on bebe büyütmüş de bebek-çocuk uzmanı olmamış, zamane anneleri daha ilk bebede uzman kesiliyor vallahi. Bir birine tavsiye vermeler, aaa ben hiç ayakta sallamadım sen de sallama diyenler, o marka iyi değil bunu kullan, o aşı zararlı yaptırma, bu ürün organik değil alma, yoğurduna şeker çalma vs vs vs....

Meğer herkes anne olmaya da, anne uzmanı kesilmeye de ne kadar meraklıymış. 3-5 anne bir araya gelmeyegörsün tek mevzu bebek bakımı, bebesine neler yaptığı. Bir de bunun bir üst aşaması, bebesini överken aslında ben iyi bir anneyim de ondan bebem böyle diye poposu kalkmış anneler var ya o da ayrı bir alem ;)

Bazen gerçekten öyle oluyor. Bebesiyle işleri harika idare eden hiç sorun yaşamayan anneler de oluyor. Bunlar belki şanslı belki gerçekten çok başarılı ama nedense bu kişiler de pek mütevazi oluyor, neyi nasıl becerdiğini anlatmıyor. Bu davranışı çok doğru bulsam da keşke her bebeye uyan bir formül geliştirmiş olsa diye iç geçiriyorum. Hayat ne de güzel olurdu !

Zaman zaman ben de tüm günüm ve gecem minnakımın bakımı ile geçince hayallere dalıyorum. Acaba evi kreşe mi çevirsem, o kadar emek veriyorum bu işi öğrendim sayılır, ha bir çocuk bakmışım ha beş çocuk. Nasılsa her öğün taptaze mamalar hazırlıyorum çok yaparım ne çıkar, hem beraber oynarlar hem de oyun grubuna gerek kalmaz, nasılsa her gün minnakıma bir aktivite yapıyorum ha bir ha beş kişi, oturturum yere veririm ellerine tencere, çalsınlar dursunlar. Bizim minnak zaten çok cırlak, onların sesi de eklense nolur ki, evet evet yaparım ben bu işi...

Sonra birden bire gözlerimdeki perde kalkıyor bir de bakıyorum ki minnakım masaya çıkmış uçma talimi yapmaya hazırlanıyor. Aman aman tüm hayaller kış kış, yedirmesi oynaması neyse de en zoru güvenlikleri, ya bunlar çil yavrusu gibi dağılıp her biri bir yerden atlamaya kalkarsa hangi birini tutarım, ya bir yeri yarılsa anasına ne derim, bir kaza olsa hangi birini kollarım. Oyh bu iş beni aşar, bir tanesinin aksiyonuna dayanmayan kalbim süpernova gibi patlar.

Mükemmel Annenin Mikemmel Anneye Dönüşümü

Ah ah hamileyken ne tatlı hayallerim vardı,  minnakımı böyle tutarım, şunlarla beslerim, onunla ne güzel oyunlar oynarım, slingine atar çarşıları dolaşırım...

İlk acemiliği attıktan sonra bu hayalleri kısmen gerçekleştirdim, yapmadım değil, kırkını bile beklemeden gezdik tozduk ama hayal kurarken göz ardı ettiğin sonra tüm çıplaklığıyla yüzüne çarpan bir gerçek var: bu bebe oyuncak değil, kendi prensipleri bir karakteri var!. Her istediğin zaman zırt diye dışarı çıkamazsın, yoruldum uyusada dinlensem diyemezsin, ne zaman canı isterse o zaman olacak, sen zamanını ona uyduracaksın.

Pek tabi ki rutinler oluyor, rutinsever bir anne olsan da olmasan da bebe illa bir rutin yaratıyor kendine. Ancak bu rutinlerin değil bir ay sonraya, bir hafta sonrasına bile süregelmesi zor, durmadan değişip değişip duruyorlar hainler. Defalarca rutin çizelgesi hazırlamaktan bıkkınlık geçiren mükemmel anne için ilk dönüşüm burada başlıyor. Artık defterler, dijital notlar gereksiz, her türlü plan annenin kafasında şak diye yazılıyor, hem de a b c d e f g versiyonlarıyla. 

Sonra uyku problemleri mesela, kolik ise daha da fena. Uyguladığında kesin olacakmış gibi anlatılan metotların hepsinin faydasız kaldığını görünce yaşanan şok. Issız bir çölde haritasız kalmış gibi oluyor tecrübesiz anne. Bir tek yönünü bulmak için kutup yıldızı bebesi var ama onun da neye işaret ettiğini bilmiyor ki. Bir o uca gidecek bir bu yöne bakacak, en sonunda kutup yıldızının işaretini okuyacak. Bu süreçte ilk baştaki özgüveninin onda biri kaldıysa ne ala. Sürekli anneliğini sorgular hale gelir dönüşüm aşamasındaki mükemmel anne.

Ondan sonra dişler, hastalıklar, yeme sorunları, yemek seçmeleri, sonra psikolojik sorunlar. Yabancı ortamlara girmek istemeyen, olur olmaz şeylerden korkan, okula gitmek istemeyen, hayali arkadaş edinen ...  bir bebe ile uğraşırken  o mükemmelliğinden eser kalmamıştır ama daha tam da mikemmel anne olmamıştır.

Ne zaman kabulleniş dönemine geçecek işte o zaman olacak o. Kendini suçlamayı bıraktığı, elinden gelenin en iyisini yaptığını ve daha da önemlisi bebesi için olabilecek en iyi annenin kendisi olduğunu anladığı zaman, mükemmel anne mikemmel anneye dönüşmüştür. Biraz umarsız biraz deli ama bebesi için en gerekli...


3 Kasım 2013 Pazar

Hamilelik Öncesi Testlerine Kalp Taraması da eklenmeli

Hamile kalmaya niyetlendin ve önce bir kafın doğum uzmanına gittin. Hormonlar, yumurtalıklar herşey tamam, rahim içi bakımın da yapıldı, bir bebek için her şey hazır. Allah kalbine göre versin istediğin zaman anne olursun inşallah. Fakat anne olmadan önce, kalbinde bir çarpıntı, tekleme falan varsa önce bu konuyu da irdelemen benden sana tavsiye.

Bana söyleyen olsaydı valla da billa da dikkate alırdım, doğrusu bu çok önemli bir mevzu. Çocuk olduktan sonra kalbin on kat daha hızlı atacak, on kat daha yorulacak çünkü.

Buraya koyacaktım tekrar bulamadım, geçenlerde piled higher and deeper karikatürlerinde gördüğüm bir parenting grafiğini. Çocuktan önce ve sonra mutluluk ve endişe oranlarını gösteriyordu. Her ikisi de feci şekilde pik yapmış çocuktan sonra, görünce valla ne kadar da doğru dedim. Bir tavan bir dip böyle fırtınada kalmış minik bir sandal gibi çalkalanıyorsun.

Bunu bizzat her gün yaşayan biri olarak, bazen dayanamayacak gibi oluyorum. Kalbim yerinden fırlayacak, tıp tıp atarken patlayacak gibime geliyor. Bir de hani bazen göğsün tam orta yerinde bir taş varmış da, derin bir nefes alınca geçecekmiş gibi olur ya, gün boyu sürekli o his orada. Bütün nefeslerim artık hoooh diye derin nefeslere döndü amma velakin o taş hep orada, daima benimle. İşte ben anneliği bu hisle özdeşleştiriyorum.

Buraya kadar yazdıklarımdan sanki bu çarpıntıların ve taşların nedeni sıkıntıymış gibi algılanmış olabilir. Hayır öyle değil, sebebi sadece sıkıntı ve endişe değil, mutluluk, sevinç, heyecan da aynı hissi veriyor, daha doğrusu asıl sebep tüm duyguların maksimumda olması ve gün içinde durmadan o duygudan bu duyguya savruluyor olmak.

Bu öyle bir his ki, anne olana kadar hiç birşeyde yaşamadım bunu ben. Tarifi yok ve bu kadar hızlı değişimler hayatın hiç bir kısmında yer almıyor. En extrem sporlarda bile bu heyecana varılamıyor, birkaç tanesini denedim de ondan biliyorum. Böyle olunca sağlıklı düşünmek de zor ya, hadi o başka bir yazının konusu olsun. 

Uzun lafın kısası, anne kalbinin bu gerilime dayanması için çok ama çok sağlam olması lazım. Ya yoga ya ilaç ya da çocuğu bir süreliğine satacak başka bir kucak bulmak lazım ki sağ kalabilesin. Şimdi derin bir ohhm çekeyim de minnakımın yanına geri döneyim, bu duygu sarhoşluğunun bağımlısı oldum diyebilirim ;)

Newton Amca'nın 1. Kanunu

Fizikçi Newton amca taa iki yüzyıl önce demiş, ne etki verirsen o tepkiyi alırsın. Etki ettiğin kadar tepki kanunu. Bu yasa fizik için söylenmiş olsa da hayatın her alanında geçerli. Sonuçta her şey enerjiden ibaret.

Bebeler de doğduklarından itibaren çeşitli yollarla etkilemeye çalışırlar dünyayı. İlk zamanlarda ağlamadır bu, sonra eller bacaklar da bu amaca hizmet eder. Bebenin etkisine hemen tepki vermek önemlidir. Yoksa kendini dünyada yalnız ve en önemlisi de önemsiz hisseder. Mesela devlet yurtlarındaki sahipsiz bebeler böyleymiş :(Tüm ağlamalarına hemen tepki verilmeyince ağlamanın işe yaramadığını anlayıp sessizliğe gömülürmüş bebeler. Sakın ağlamayan bebe ne güzel dediğinizi duymayayım, ruhundaki yaraları bilmiyoruz hiç birimiz. Diğer yandan hem ağlamayan hem de tatmin olmuş bir bebe yetiştirmek mümkün. Etkilerine anında tepki vererek! Bir süre sonra bebe ağlamayı bırakıp hafif bir ses çıkarır, çünkü annesinin hemen koşup geleceğini, ağlamasına gerek olmadığını biliyordur.

Tabi bebekler başka nedenlerden dolayı ağlamaya devam edebilir, karnı ağrıyordur, dişi acıyordur belki, buna karşın annesini çağırmak amacıyla (acıkma, kaka yapma, kucağa alınma vs) gibi sebeplerle ağlaması minimuma iner.

Zaman geçip bebe büyüyünce, ilk başta duydukça ölüp biteceğin, sonrasında günde bin kez söylüyor diye baygınlık geçireceğin anneaaaa nidalarına karşı bazen tepkisiz kalmak isteyebilirsin. Hatta  benim kafamı yastıklara gömme isteğim bile doğuyor zaman zaman. Fakat mikemmel bir anne olarak hemen Newton amcayı hatırlıyorum ve geldim annem, yettim paşam, söyle yavrum lafları eşliğinde bebenin yanına varıyorum. Neme lazım şimdiden etkiye tepki verilmesi gerektiğini benden öğrensin de, yarın öbür gün hadi yavrum, kalk bebem, giyin tatlım, yemeğini bitir prensim gibi lafları binletmeden dediğimi yapsın ! Umarım yani.

Süper Düper Mama

Süper anne dendiğinde akla neler gelir bakalım
-çocuklarına mükemmel şekilde bakıyordur
-doğumdan hemen sonra çabucak fit olmuştur
-evini harika çekip çeviriyordur
-kocasına, sosyal hayatına düzenli vakit ayırıyordur
-her daim bakımlıdır, saçı yüzü düzgündür
-çalışıyorsa hem işini hem de bunları idare edebiliyordur
-her gün kendine vakit ayırıyordur

Galiba her annenin aklına gelen şeyler üç aşağı beş yukarı bunlardır fakat benim bu tanıma itirazım var.

Neden böyle olmak zorunda olsun ki. Öyle bir anne vardır ki çocuğundan ayrı zaman geçirmek istemez, hepsinin mükemmel olması derdinde değildir, huzurlu mutluysa yetiyordur, belki kilolarıyla barışıktır, saçlarını tarayamasa bile umrunda değildir. Kısacası bunlardan hiç biri için keşke demiyordur. O zaman o anne bunları yapmıyorsa (belki de yapabilir bile ama tercih etmiyordur) süper değil mi? Hep toplumun standartlarına mı uyulması gerekir?

Tabi ki hayır, olmamalı da. Bu durumda süper anne tanımı yeniden yazılmalı. Dikkat edersen bebek olduktan sonra yapmak isteyip de yapamadığın, her keşke dediğin şey, kişiden kişiye değişebilir ve pek tabi ki senin keşkeni yapabilen anne senin için süperdir. Bazı annelerin keşkesi kendine bakmak iken bazı annelerin keşkesi kitap okumak olabilir.

Diğer yandan keşkesi hiç olmayan anneler de olabilir. Bunlar her istediğini yapıyor da olabilir, keşke demekten vazgeçmiş de olabilir. Sonuçta hayatından memnun ve mutlu ise o bir süper annedir.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Montessori didin başımın etini yidin

Evet tamam ben de yeni yetme bir anneyim ama Montessori'yi yeni öğrenmedim. Ben diyeyim 5 yıl sen de 10 yıldır haberdarım bu ekolden. Okudum araştırdım, amacını iyicene anladım, zaman zaman da minnakıma etkinlikler yaparım.

Sosyal medyada görüyorum bebesinin yaptığı her haltı #montessori diye taglemiş analar. Bebesi bezelye ayıklarken kurcalamış hoop montessori, yerleri silerken o da bir iki toz almış hoop montessori. Kırk yıllık anamın çocuk bakma yöntemi olmuş sana montessori.

Bu uğurda güzel güzel aktivite yapan analar var onlara selam olsun. Fakat hakkında kabaca bilgi sahibi olmuş, bebenin her yaptığını bu şekilde atfeden kişilerin kendini bir şey becermiş zannetmeleri, çok mükemmel anneyim havaları tuhafıma gidiyor. Sen önce bebene hazırladığın odaya bak, koymuşsun tavana kadar dev gibi bir dolap, kocaman bir yatak. Tabi bu iş sadece yer yatağıyla bitmiyor. Bebesi beşikten düşecek diye ailecenek yer yatağına geçen ve koyun koyuna yatarken kendini montessori yapıyorum sanan analar da olabiliyor.

Diğer yandan belli bir yaşa gelmiş bebe illa ki bazı ev işlerini kendisi yapmak istiyor. Taklit ederek deneyerek öğrenme dönemindeler çünkü. Ver tabakları masayı hazırlar, çöpleri toplar, oyuncakların kutusuna koyar, bez bulunca sehpaları cilalar... Bunlar montessori nedir bilen ananın da bilmeyen ananın da bebelerinin yaptığı şeyler. Tek farkı biri havalı bir isim veriyor diğeri ise çocuk işçi çalıştırıyor.

İlla ki ben çocuğuma Montessori yapıcam dersen bu işin Türkiye'de ilk öncüleri olan sitelere alayım seni:
1-http://montessoriegitimi.blogspot.com
2-http://www.montessori.org.tr/

1 Kasım 2013 Cuma

Senin neyine baby led weaning

Mikemmel bir anne olaraktan bebek için en iyi en trendy olan konuları iyicene araştırıp uygulamak en birinci görevimiz. Adamlar diyor ki daha ek gıdanın ilk aylarından itibaren, ne veriyorsan ver eline bebenin, kemirsin dursun. Bu sırada üstü mü batmış, beyaz koltuğun karalar mı bağlamış hiiiç dert etme, çocuğun çiğnemeyi öğrenecek her bişeyi ayırt etmeden kendi başına yiyecek. Bundan böyle yemesi için ne peşinde koşacaksın, ne de günde on kez rondonun dırt sesinden migrene tutulacaksın. Öyle faydalı bi iş.

Eh az biraz uyguladık, minnakım da çok güzel çiğniyordu allah için. Hani böyle deveye verirsin samanı çiğner durur bütün gün hah işte öyle. Amma velakin bebe biraz büyüyüp de mama sandalyesinde akrobasi gösterilerine hazırlık yapadururken, bir yandan onu tutayım, bir yandan da saçtığı yemekleri, bedavaya dağıtılan eşantiyonlar gibi havada kapayım derdinde iken ne bel kaldı ne diz yarebbim.

Ben yine de akıllanmadım ve bugün doğru düzgün hiç bişey yemedi diye en vitaminlisinden bir pilav yaptım, içine mıncık mıncık ettiğim tavukları ve sevgimi katıp bebenin huzuruna vardım. Artık kaşığı tutabiliyor sayılır, o yerken bir iki twit atayım dedim ve arkamı gördüm bir de ne göreyim. Minnakım pilavı elle yemeyi tercih etmiş ve üst başı geçtim, mama sandalyesi, halılar yerler her yer pirinççç. Kızanım kar yağıyo yapmış meğersem.

Doğrusu bir şişe sıvı yağ dökse bu kadar dertlenmem ama pilavı temizlemek çok zor anacım. Temizlemeye çalışırsın eline yapışır, halılardan toplarsın benek benek lekeler, hele üzerine basılmış ise vay haline. Bir de birkaç gün sonra bile çorabına yapışmış pilavlar, bu da ne böyle sümük müdür nedir diye düşünmene sebep olur. Her yerden çıkar bu hain pişkin pirinçler.

Bundan sonra baby ladmiş medmiş yok. Oturturum karşıma tıkarım ağzına yerse yez yemezse yemez, bu iş mikemmel türk analarına uygun değil bacım.

Günün sözü; ben ettim sen etme, beben büyüyene kadar pilavı kendin besle.

31 Ekim 2013 Perşembe

Çocukluğumun Renklerini Geri Verin

Biz çocukken ne kadar çok renk vardı değil mi? Sanki şimdi her şey pembe ve maviden ibaret. Ne zaman başladı bu furya, nasıl böyle birden bire iki renge düştük bilemiyorum ama bu durum mikemmel bir anne olarak beni çok huzursuz ediyor. 

Gerçi minnakıma her türlü rengi giydirme konusunda elimden geldiğince uğraşıyorum, başarılı da sayılırım. Fakat bazı annelerin ısrarla bebelerini aşırı soft renklerle donatmalatına, kuşlara fiyonklara boğmalarına, küçük bir iş adamıymış gibi giydirmelerine uyuz oluyorum. Bebeye sorsan istemeyecek bile, ağzı var dili yok garibim. Bir de şu mintage tarzına sokmuyorlar mı bebeyi, bütün o kuşları, polka dotları kafataslarının içine enjekte edesim geliyor, aşırı doz alıp doysun da bebesini rahat bıraksın diye.

Tamam anladık, hayat zor, işte, trafikte, evde herşey stres kaynağı. Bir tatlı huzur almak için Kalamış'a gideceğine evine gelsin o huzur, kafam boşalsın içi saman dolsun istiyorsun ve evini soft pembelere, mint yeşillerine; cath kidson teyzenin çiçeklerine; green gate kuşlarına teslim ediyorsun ama bi dur da bebeni ne hale getirdiğine bak güzelim. Hayata pembe gözlüklerle baksın diye uğraştığın bebe, gerçekten pembik olacak yakında.

Çok sevgili uzmanlar, bebelerin uyku mekanlarının mümkün olduğunca soft renkler olması gerektiği konusunda uyarıyor. Rahatlayıp uykuya geçişi kolaylaşsın diye. Fakat özellikle sabah saatlerinde renkli giyinmesinin ( kastedilen koyu pembe ve mavi değil, parlak diğer her renk) ona enerji ve neşe vermesi açısından tavsiye ediyor. Ama ben çocuğumu aşırı soft renklere boğup aptallaştırıcam, sonra da gün boyu rahat edicem derseniz o başka. Valla o çocuğun yerinde olmayı hiiiç istemezdim doğrusu. 

Evi modern mintage dekora boğdun, bebek odasını beyazlarla doldurdun ama oyun köşesini biraz renkli yapsan olmaz mı? Şöyle canlı kırmızı, mavi ve yeşiller, rengarenk oyuncaklar. Fakat evin genel dekoruna uymaz çok sırıtır dersen yine sen bilirsin bacım.

Şurası bir gerçek ki çocukların zengin bir iç dünyaya sahip olması için renklere ihyiyacı var. Eğer ona aynı objeyi parlak ve soft renklerde sunsan canlı olanı tercih eder. Benim senin tercihine boyun eğmek zorunda kalmaları çok ama çok yazık :(




Zamanın Eli Yok ki Tutasın

Az biraz içimi döküp dertleşmek istiyorum bugün. Mikemmel bir anne olarak hem minnakıma maksimum özen gösterir hem de kendime zaman ayırırım desem de inanmayın. Haldur huldur, yarım yamalak yaşıyoruz işte. Yapılacak işleri bitirmek gayesinde olsam da günün sonunda, sen giderken o kaçan ufuk çizgisi gibi kalıyor tüm işler. İşler bitmese de öncelikli olan işleri bitirirsem eğer kendimi şanslı sayıyorum.

Eh tabi ki hangi işin en önemli olduğu mikemmel anneye göre değişir. Kokana anneler, ay ilk boş vaktimde ojelerimi tazelemeliyim diyebilir mesela, ya da titiz anneler yere dökülmüş bir kaç ekmek kırıntısını toplamakla, emeklediği yerleri bal dök yala yapmakla meşgul olabilir. Valla ben boş vakitlerimde öncelikli işim yoksa -ki bu en çok bir sonra yiyeceği öğünü hazırlamak oluyor- ayaklarımı uzatıp kahve içmeyi, cinali telefonumdan sosyal medyada takılmayı ya da blog yazmayı tercih ediyorum. Hem böylece minnakımın yediği her haltı kayıt altına da almış oluyorum.

Bu güne kadar sevdiğimi düşündüğüm ama bu aralar tepkisizliğinden dolayı bunu sorguladığım, bebesi benimkinden biraz küçük bir arkadaşım var. Bebelerin araları yakın diye bol bol yazışır dertleşirdik de neredeyse iki aydır tek kelam yok. Kaç kez yazdım, sordum aradım, hep zamansız, sonra diyor o sonralar bir türlü gelmiyor. Benim minnakımın her aktivitesi güncel olarak duyuru panosunda yer aldığından, hanfen di arkadaşım bizi takip ediyor, o hiç bir sosyal medyayı kullanmadığından ( aslında elinde onun da bir cinalisi var ama) "her zaman çok hareketli, çok yaramaz, maşallah çok akıllı,  hiç yemek yemeyen" ( yanımda 3 kase çorba yedi bir keresinde şaştım, benim ki iki kaşıkla kapamıştı o öğünü) bebesinden hiç vakit bulamıyor. Zaten bebekten önce de gayeeet ağırkanlı ve uyuşuk olan bu arkadaşcağızımı bebesi de pek hızlandıramadı. Etrafta pervane büyük anneler olunca da pek gereği kalmadı.

Ben tek başıma bebeyi ve evi çekip çevirirken ve üstüne de geceleri home office çalışırken aramaya sormaya yazmaya paylaşmaya zaman yaratıyorum ama o hal hatır sormaktan aciz tam iki ay.  Fakat çok acil kafasına takılan bir sorusu olsa  hemmen yazar, cevabını öğrenir ve kaçar. Şimdi bu tek taraflı arkadaşlık hadisesi benim sinirlerime dokunuyor amma velakin mikemmel bir ana yüreğine sahip olaraktan, minnakımın kardeşi gibi gördüğüm bebesini merak ediyor, özlüyor ve görmek istiyorum.

İnsan biraz da beni düşünür be arkadaşım öf ya. Bu kadar da zamansız olunmaz ki.

Hoşgeldiniz Sayın Mikemmeliyetçiler

Minnak bebesini kucağına alır almaz on kaplan gücünde bir profesör kesilir anne. Her konuyu gece gündüz demez araştırır,  o forum benim bu twitter senin dolaşır durur. Minnakına en iyi markaları, en organik mamaları bulur buluşturur, en trend eğitimleri sular seller gibi öğrenir, kulvarında mükemmel bir anne olmak için didinir durur. Bir yıl bilemedin iki yıl geçince, geri dönüp baktığında bu kadar didinmenin anlamsızlığını anlar, çocuk bir şekilde büyüyordur, dahası kendi kitabını kendisi yazıyordur. O zaman işte o mükemmel anne, iç güdülerine göre hareket eden, hep çocuk her zaman önce çocuk demeyip az biraz da kendini düşünen mikemmel anneye dönüşür. 

Evet ben de işte böyle bir mikemmel bir anneyim var mı bir diyeceğin?

O zaman seni şöyle bir yorum köşesine aliyim.